Tam makaleyi indirmek için buraya veya buraya tıklayınız.


Referans vermek için:

TUFEKCI, O. (2014), “Türk Dış Politikasında Avrasyacılık Söylemi: Davutoğlu Ekolü”, Türkiye’nin Dış Politikası: Yeni Eğilimleri, Yeni Yönelimleri, Yeni Yaklaşımları, İdris Demir (Ed.), ss.203-219, Dora Yayıncılık, Bursa.


Özet

Bu çalışma Davutoğlu döneminde Türk Dış Politikası’nda Avrasyacılık konseptini inceleyecektir. Çalışmanın savunduğu temel argüman 2005 sonrası dönemde Davutoğlu’nun çizmiş olduğu Türk Dış Politikası anlayışının proaktif olduğu ve bu anlayışında Avrasyacılık söyleminin farklı bir yorumuna vurgu yapsa bile genel olarak Avrasyacılık ideolojisinin etkilerini barındırdığıdır. Bu bağlamda Rus menşeili Klasik ve Yeni Avrasyacılık ideolojisi Rusya’nın büyük güç olmasına vurgu yaparken, Davutoğlu’nun yaklaşımı ise Türkiye’nin sahip olduğu gerçek potansiyeli ve Avrasya kıtası için stratejik önemini ortaya çıkarma söylemi üzerinden Avrasyacı vizyonu ortaya koymaktır.

Anahtar Kelimeler: Klasik Avrasyacılık, Yeni Avrasyacılık, Türk Avrasyacılığı, Türkiye, Rusya, Jeopolitik


Giriş

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden günümüze kadar denilebilir ki Türkiye genel olarak yüzünü Batı[2] dünyasına çevirmiştir. Bu dönüşün sebepleri arasında uluslararası sistemdeki birçok stratejik değişim gösterilebilir. Örneğin, İtalyan Faşizmi, Nazizm, Soğuk Savaş, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin yıkılması vb. Fakat yeni Cumhuriyet’in kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle bu dönüşün temel sebebi Batı modernliğini yakalayabilmekti. Ve bu kapsamda Türkiye bu dönüşümün olumlu sonuçlarını elde etmiş ve 1990’lara kadar bölgedeki küçük güçlerden biri olmayı başarmıştır. 1999’da dünya genelinde ileri veya gelişmekte olan en büyük yirmi ülkeden oluşan G-20’ye katılması Türkiye’nin bölgedeki rolü açısından önemli bir aşama olarak dikkate alınmıştır. Ve akabinde 2002 itibariyle Türkiye’de hükümet etme fırsatı yakalayan AK Parti uyguladığı proaktif dış politika anlayışı ile Türkiye’yi bölgedeki orta-ölçekli güçler arasına sokmayı başarmıştır. Bu bağlamda bir dönem SCCB’ye ve Komünizm’e karşı bariyer olarak görülen Türkiye yeni dünya düzeni içerisinde Orta Doğu/Orta Asya ile Avrupa arasında bir köprü olarak görülmeye başlanmıştır. Buna ek olarak son dönemde ise Müslüman ülkeler için rol model olarak gösterilmektedir.

Tüm bu bilgiler ışığında Osmanlı’nın son döneminde gerçekleşen Batı’ya yöneliş ne kadar önemliyse 2002 sonrası Türk dış politikasındaki dönüşüm de o kadar önemlidir denilebilir. Bu dönüşüm bazıları tarafından “Çok-boyutlu Dış Politika”[3] olarak adlandırılıp övülürken bazıları tarafından da “Yeni-Osmanlıcı Dış Politika” olarak isimlendirilip eleştirilmektedir.[4] 2002 sonrası döneme vurgu yapılırken bu tarihe kadar olan gelişmeleri de göz önüne almak gerekir ki bahsedilen zaman diliminde de Türkiye için önemli sayılabilecek adımlar atılmıştı. Örneğin İsmail Cem’in Yunanistan gibi ilişkilerimizin sorunlu olduğu bir ülkeyle yakınlaşma sağlaması bunlardan birisidir. Diğer taraftan Turgut Özal’ın Orta Doğu ve Orta Asya ülkeleri ile sahip olunan ilişkilerin geliştirilmesi yönünde uyguladığı politikalar da o dönem Türk dış politikası için aktif bir yaklaşım olarak algılanmaktaydı. Fakat bu gelişmelere rağmen 2002 öncesinde Türkiye’nin bölgedeki komşularıyla ilişkilerinin istenilen düzeyde olduğunu söylemek çok doğru olmaz. Buna karşılık 2002 sonrası dönemde özellikle Ahmet Davutoğlu Türk dış politikasının şekillenmesinde etkin olmaya başladıktan sonra “komşularla sıfır sorun” vizyonu Türkiye için bölgedeki ülkelerle ilişkileri belirleyen bir zemin hazırlamıştı. Bunun en somut yansıması Türkiye’nin bölgedeki çatışmalarda arabulucu rolü oynama isteğinin ortaya çıkmasıdır. Ayrıca yeni vizyon kapsamında Türk dış politikasının ufku genişlemiş ve Türkiye, Afrika ve Latin Amerika’da ki diplomatik varlığını iki katına çıkarmıştır. Bu vizyon komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirilmesi konusunda tam anlamıyla başarılı olmasa da Türkiye için bölgede var olan sorunların çözümünde sorumluluk alma motivasyonu oluşturmuştur.

Dış politika alanında bu gelişmeler yaşanırken ekonomik olarak da Türkiye kendine özgü özellikler sergilemeye başlamıştır. Türkiye hızlı gelişen bir ekonomi olmasının yanısıra Orta ve Doğu Avrupa’nın en büyük ekonomisi[5] ve 772 milyar doları bulan Gayri Safi Milli Hasılası ile 30 OECD ülkesi arasında da 16. büyük ekonomidir.[6] Bu başarıda büyük pay 2003 itibariyle Türkiye Cumhuriyeti ekonomisini aşama aşama liberalleştiren AK Parti Hükümeti’ne aittir denilebilir. Davutoğlu’nun vizyonuyla bu ekonomik başarının bütünleşmesi Türkiye’yi bölge parametrelerini etkileyebilen bir ülke konumuna getirmiştir. Yaşanan bu gelişmeler sonucunda Türkiye’nin bölgesel politikalar geliştirme yeteneğinin artması, inisiyatif alabilme yeteneğinin gelişmesi kendisi için biçilen Avrupa ve Orta Doğu/Orta Asya arasında köprü rolünün yetersiz kalmasına yol açmıştır. Türkiye sahip olduğu potansiyelle doğru orantılı olarak orta ölçekli bir güç hatta bölgesel bir güç olmak istemektedir. Bu denklem içerisinde şunu net olarak söyleyebiliriz ki bir zamanlar dünya politikasında söz sahibi olmayan azgelişmiş bir ülke, Türkiye, şimdi uluslararası arenada azimli ve önemli bir aktör rolüne bürünme çabası içindedir. Ve geçtiğimiz 10 yıl içerisinde Türkiye’nin ekonomik ve diplomatik başarısı etkileyici sonuçlar doğurmuştur.

Bu hızlı değişim sürecinde, Türkiye’nin ekseninin değiştiği ile ilgili iddialar da ortaya atılmıştır. Bu anlamda, Davutoğlu, Yeni-Osmanlıcı hatta Avrasyacı politikalar izlediği için yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. Eleştirilerin çoğu Avrasyacılık üzerine yoğunlaşırken buraya kadar olan kısımda vurgulandığı gibi bu kadar kapsamlı bir vizyonun Yeni-Osmanlıcılık gibi Avrasyacılığa göre daha küçük boyutlu bir vizyon üzerinden politikalar üreteceğini düşünmek Davutoğlu’na haksızlık olur. Bu nedenle bu çalışma daha çok Davutoğlu’nun Avrasyacılık vizyonu üzerinden politika geliştirdiği düşüncesiyle Avrasyacılığın ortaya çıkışı, gelişimi ve Türkiye’deki entelektüel çevreler tarafından nasıl bilinir hale geldiği üzerine kısa bir analizden sonra Davutoğlu’nun Avrasyacı söylemlerinin incelemesini yapacaktır.

20. Yüzyıl’dan Günümüze Avrasyacı Okul

Avrasyacılığın teorik alt yapısı 1920’lerde Avrupa’nın farklı ülkelerindeki Rus göçmenler tarafından şekillendirilip geliştirilmiştir. Bu göçmen entelektüeller için kutsal amaç Rusya’nın Avrasya kıtası üzerindeki egemenliğinin ve emperyal emellerinin gerçekleşmesinin sağlanmasıydı. Fakat burada vurgulanması gereken taraf kurucu entelektüeller için bu emperyalist yaklaşım Batı’nın emperyalizminden farklı olduğudur. Bu anlamda Avrasyacılık emperyalizmin iyi taraflarını ve geleneksel özelliklerini benimsemiş ve ek olarak kapitalizm ve komünizm arasında ekonomik gelişme açısından üçüncü bir yol geliştirmeyi amaçlamıştır.[7] Bu okulun en önemli üç kurucusu N. S. Trubetskoy, P. N. Savitsky ve P. P. Suvchinsky idi. Kurucu entelektüeller, Avrasyacılığın ne olduğunu açıklamak adına dört temel ilkeye vurgu yapmışlardır. Bunlardan ilki Avrasyacılığın Batı karşıtı olmasıdır. Bu noktada 1900’lü yılların başında Batı kavramının nasıl algılandığı önemlidir. Günümüzden farklı olarak o dönemde Batı mefhumu Amerika Birleşik Devletleri’nden daha ziyade Avrupa’yı temsil etmekteydi. Bu ilke kapsamında söylenebilir ki Avrasyacılığın kurucuları Batı medeniyetinden uzak durup Avrupalı olmayan kültürlere sempati beslemişlerdir.[8]  İkinci ilke Avrasyacılara göre Rusya’nın ve Rus kültürünün eşi benzerinin olmamasıdır. Bu ilke ile hem Rusya’nın bulunduğu coğrafyaya hem de geçmişten bu yana sahip olduğu kültürel arka plana vurgu yapılmaktadır. Üçüncü ilke Avrasyacılığın kapitalizm ve sosyalizm, liberalizm ve diktatörlük arasında üçüncü bir yol olduğu inancıdır.[9] Buradaki amaç kurucu entelektüellerin bahsi geçen döneme ait eleştirdikleri kavram ve uygulamalardan farklılaşarak hem yeni bir söyleme sahip olabilmek hem de bir önceki ilkede belirtildiği gibi eşsizlik vurgusunu perçinlemektir. Dördüncü ve sonuncu ilke ise Avrasyacılığın monarşi karşıtı olmasıdır.

Klasik Avrasyacılık olarak bilinen bu akım 1920 ve 1930’larda entelektüel çevrelerde oldukça etkin olarak varlık göstermesine rağmen kurucularının yaşama veda etmesiyle yavaş yavaş tarih sahnesinden yok olmaya hazırlanırken 1990’larda kendisini ‘Son Avrasyacı’ olarak isimlendiren Lev Gumilev Avrasyacılık anlayışına yeni bir soluk getirmiştir. Aslında Gumilev’in temel işlevi Klasik Avrasyacılık ile Yeni Avrasyacılık arasında bir bağ sağlamasıdır. Unutulmaya yüz tutmuş bir ideoloji/akım/vizyonu canlandırarak kendisinden sonra gelecek yeni jeopolitisyenler için uygun zemini hazırlamıştır. Trubetskoy veya Savitsky’nin tersine Gumilev Avrasyacı düşünceleri yayma uğraşı içinde olmamıştır. Hatta Avrasyacılığın kurucularını ethnogenesis’den birhaber olmakla itham etmiştir.[10] Bundan dolayı Gumilev’u ‘Son Avrasyacı’ yapan onun Avrasya vizyonunu savunması değil onun Avrasya konseptini ve Rus kimliğini ele alış şeklidir. Gumilev’e göre Avrasya, Sarı Irmak’tan Arktik Okyanusu’na kadar uzanan büyük bir bozkırdır.[11] Ve tıpkı Avrasyacılığın kurucuları gibi Gumilev de Avrasya’nın Sovyetler Birliği’nin sınırları ile örtüştüğünü düşünmektedir.[12] Ayrıca Gumilev kendisi de kurucu entelektüeller gibi Batı’yı Rusya’nın en büyük düşmanı olarak tanımlamış ve Rusya’nın mümkün olan en kısa sürede ondan kurtulması gerektiğini belirtmiştir. Bu perspektiften Gumilev’in Rus tarihi üzerine düşünceleri ile kurucu entelektüellerinki örtüşmektedir. Bu anlamda Gumilev’in kendisi de Moğollar’ın Rus devlet yapısı üzerinde özel bir etkisi olduğunu düşünmektedir. Cengiz Han’ın ilkeleri başarılı bir devlet yapısı adına Rus devlet yapısı tarafından içselleştirilmişti. Gumilev’i kurucu entelektüellerden ayıran düşünce yapısı dine olan atıflarıdır. Ona göre Ortodoksluk Rus kimliğini şekillendiren belirleyici faktörlerden biriydi. Bundan dolayı Altın Orda Devleti İslam’ı benimsediğinde Moğollar etkilerini kaybetmişti.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Gumilev’in Avrasyacılığı Alexandr Dugin ve Alexandr Panarin tarafından ele alınmaya başlanmıştır. Böylece Avrasyacılık Rusya’da gelişen restorasyonist bir akım olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Klasik Avrasyacılığın farklılaşmış bir versiyonu olan bu akım Rusya’yı Batı’dan daha çok Asya’ya yakın olarak tanımlamıştır.

Gumilev ve Dugin’in tersine Panarin daha liberal bir Avrasyacıydı. Bu bağlamda demokrasi ve insan haklarına çok daha bağlı bir söyleme sahipti.[13] Ayrıca Laruelle’in ifade ettiği üzere her ne kadar Dugin bilimsel çalışma üretmek açısından Avrasyacılar arasında en aktifi olsa da birçok Rus araştırmacı Panarin’in entelektüel açıdan Dugin’den çok daha üstün olduğunu düşünmektedir.[14] Dugin’in en ünlü eserlerinden biri 1997 yılında yayınlanmış olan The Foundations of Geopolitics: Russia’s Geopolitical Future’dur (Jeopolitiğin Temelleri: Rusya’nın Jeopolitik Geleceği). Bu kitapta çok net olarak gözlemlenen Dugin’in kendisini Friedrcih Ratzel (1844-1904), Karl Haushofer (1869-1946), Friedrich Naumann (1860-1919), ve Sir Halford Mackinder (1861-1947) gibi büyük jeopolitisyenlerden etkilenmiş bir jeopolitisyen olarak ön plana çıkarmaya çalışmasıdır.[15]

Bahsi geçen kitabında Dugin dünyayı dört medeniyet bölgesine ayırmaktadır. Bunlar Anglo-Amerikan bölgesi, Avrupa-Afrika bölgesi, Avrasya bölgesi ve Pasifik-Uzakdoğu Bölgesi’dir. Dugin’in düşünce yapısında bu bölgeler birbirini dengelemektedir. Bu tasnifi yaparken Dugin kendisine hedef olarak Küreselleşme ve Atlantikçiliği önlenmeyi belirlemiştir. Dugin için tüm ulus devletlerin en büyük düşmanı Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bu Batı veya Amerika karşıtlığı aynı zamanda Gumilev ve Panarin’in düşünce yapısında da bulunmaktadır. Bu bağlamda Gumilev şöyle düşünmektedir: “Türkler ve Moğollar gerçek dost olabilirler fakat İngilizler, Fransızlar ve Almanlar ancak birbirlerinin kuyusunu kazarlar… Size bir sır vereyim: Rusya’nın Avrasyacılıkla gerçek bir Avrasya gücü olarak kurtarılması gerekiyor. Çünkü bize zarar her zaman Batı’dan gelmiştir.”[16]

Panarin’e göre ise Batı her zaman insan haklarını suiistimal eden taraf ve baskının kaynağı olmuştur. Ona göre Amerika Birleşik Devletleri sadece Rusya için değil dünyanın geri kalanı içinde tehlike arz etmektedir. Bu nedenden ötürü tek-kutuplu bir uluslararası sistemin oluşması engellenmelidir. Olası bir tek-kutuplu sistemin Amerika Birleşik Devletleri tarafından domine edilmesi durumunda etnik ayrımcılığın önemli bir etkisi olacağı düşüncesi Panarin’de çok baskındır. Halbuki Avrasya’ya çoğulcu yaklaşım hakimdir. Hatta bu noktada Panarin şöyle bir çerçeve çizmektedir: “Avrupa, bireyler için çoğulculuğu ön plana çıkartır fakat ulusların arasındaki ilişkilerde üniteryen ve hegemonik bir yaklaşıma sahiptir; Avrasya, bu Avrupa modelinin tam tersidir. Batı tarzı siyasal demokrasinin yokluğu imparatorluğun bölgelerinin ve halklarının özerklik hakkına sahip olmasının tanınması anlamına gelmektedir.”[17] Bu bağlamda şu çok açıktır ki Panarin, göreceli olarak demokrasi, liberalizm, eşitlikçi ve modernlik yanlısıydı ve küreselleşme ve Batı karşıtı bir entelektüeldi.

Panarin ve Klasik Avrasyacılığın kurucuları arasındaki farklılaşmaya gelince birçok husus ön plana çıkarılabilir. Örneğin, Klasik Avrasyacılara benzer şekilde Panarin Rusya’nın Ortodoksluğun ve Moğol devlet sisteminin bir karışımı olduğuna inanmaktadır. Bu bağlamda Panarin de Türk dünyasının Rusya’nın önemli bir parçası olduğunu doğrulamaktadır. Farklılaşma ise tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Panarin’e göre Türk dünyası Rusya’yı Rusya yapan önemli bir parçadır bu nedenle kurucu entelektüeller gibi Rusya’nın yararına kullanılabilecek bir bileşen değildir.[18] Bundan dolayı Panarin iki çeşit Avrasyacılık olduğunu ileri sürer. Birincisi Rusya tarafından yönlendirilirken diğeri Türkiye tarafından yönlendirilmektedir. Ve birincisi dışında herhangi bir gücün Avrasya üzerinde egemen olması Rusya’nın yok olması anlamına gelmektedir. Özellikle pan-Türkizm gibi milliyetçi, ötekileştirici akımların karşısında yer almaktadır. Panarin bu düşüncesini şöyle dile getirmektedir: “Avrasya, tek bir organizma gibi nefes alan bir varlıktır ve bu bütünlük içerisinde derin kültürel mirasını barındırır. Bundan dolayı güneyden gelen Pan-Türkizm kuzeydeki Avrasya ile sürekli bir çatışma hali içindedir.”[19]

SSCB’nin yıkılması yeni politikalar geliştirmeye başlayan Türkiye’nin bölgeye yönelik ilgisinin artmasına sebep olmuştur. İşte bu süreçte de 1990’lar boyunca Gumilev, Dugin ve Panarin’in canlandırdığı tartışmalar, Türkiye’deki entelektüel çevreler tarafında bilinir hale gelmiştir. Genel bir eğilim olarak Avrasyacılık faşizmin sol tandans tarafından içselleştirilmesi olarak algılansa bile bu akım Türkiye’de sol ve sağ eğilimli birçok grup tarafından kabul görmüştür. Ve bu bağlamda Türkiye’deki entelektüel çevreler Avrasyacılığı Ulusalcılık olarak adlandırmışlardır ya da bu tandansa ait bir ideoloji olarak görmüşlerdir.

Davutoğlu’nun Düşünce Dünyası: Avrasyacılık Esintileri

Kasım 2002 seçimleri ardından Davutoğlu 58. Hükümette Başbakan’ın Başdanışmanı ve Özel elçilik pozisyonuna getirilmişti. Bu görevlerine 59. ve 60. hükümetler de devam etmiş ve 1 Mayıs 2009 tarihinde 60. Hükümet’in Dışişleri Bakanı olarak atanmıştır.[20]

Profesör Ahmet Davutoğlu ününün bir kısmını “Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu” adıyla ilk olarak 2001 yılında basılan kitabına borçludur. Bu kitap kitleleri ve güçlü elitleri etkileyerek Türkiye’de düşünce yapısının değişmesini sağlamıştır. Kitapta Davutoğlu siyasal ve ekonomik istikrarın Türkiye’yi bölgede barış üreten bir ülke konumuna getirebileceğini öne sürmektedir. Türkiye’nin çevre ülke olma pozisyonundan merkezi bir ülke olma pozisyonuna geçmesi için Davutoğlu’nun ortaya koyduğu stratejik derinlik konsepti iki özelliği ön plana çıkarmaktadır: Jeopolitik ve tarihsel-kültürel miras. Davutoğlu’na göre bunlar Türkiye’yi komşularından ayıran iki temel özelliktir.[21]

Bu özelliklerden yola çıkarak Davutoğlu stratejik derinlik konseptini dört ilke ile kavramsallaştırır: “Genel bir güvenlik anlayışı üzerine temellendirilmiş güvenli bir bölge, proaktif ve üst-düzey diyalog temelinde oluşturulmuş ilişkiler, bölgesel ekonomik karşılıklı bağımlılığın geliştirilmesi ve son olarak çokkültürlü barış ve uyumun desteklenmesi”.[22]

Bu düşünce ışığında kendisi reddetse bile Davutoğlu’nun Yeni-Osmanlıcı veya Avrasyacı olduğu iddiaları defalarca tekrarlanmıştır ve tekrarlanmaktadır. Bu reddetmelere rağmen Avrasyacılık esintileri Davutoğlu’nun söylemlerinde mevcuttur. Bu iddia Davutoğlu’na ait beş söylem ile aşağıda ispatlanmaya çalışılacaktır:

1. Söylem: 

24 Kasım 2009 tarihinde Davutoğlu aşağıdaki gibi bir açıklamada bulunmuştur:

“Amerika Birleşik Devletleri eski Başkanı Bill Clinton bana, ‘Türkiye bölge sorunları ile neden bu kadar çok ilgileniyor?’ diye sordu. Ben de ‘Türkiye’nin etrafına bin kilometre çapında bir daire çizerseniz 20, 3 bin kilometrelik bir daire çizerseniz 70 küsur ülke bu dairenin içinde kalır. ABD’nin etrafına bin kilometre değil 3 bin kilometre çapında bir daire çizerseniz kaç ülke bu dairenin içinde kalır? Tabii ki sorunlarla ilgileneceğiz’ dedim.”[23]

Bu politikanın sonucudur ki Davutoğlu bir başka noktaya şöyle vurgu yapıyor:

“Bir Afganistan gezisi sırasında oradaki bir ilin valisi yolların, köprülerin ve sağlık ocağının yapılması isteğini tarafımıza iletirken yanımdaki bir gazeteci de ‘Ya bu adam kendini Konya valisi zannediyor, ya da sizi buranın bakanı zannediyor’ şeklinde bir yorumda bulundu”[24]

Bu söylemlerin de açık olarak gösterdiği üzere Türkiye Avrasya’daki ülkelerin sorunları ile mümkün olduğu sürece ilgilenmek üzere bir politika izlemektedir. Bu anlamda kıta üzerindeki ülkelerin herhangi bir milliyetçi eğilim içermeksizin birbiri ile bir bütünün parçası gibi birlikte yaşayabilmesi düşüncesi Panarin’de ve birçok Avrasyacı’da öne çıkan yönlerdir. Şöyle ki Panarin’in perspektifinden etnik milliyetçilik Avrupa’nın pagan düşüncelerinin bir sonucudur ve lanetlenmelidir. Avrasyadaki devletler birbirlerinin sorunları ile din, dil, renk, ırk, milliyet, sosyal statü vb. hiçbir fark gözetmeksizin ilgilenmek zorundadır. Bu anlamda Davutoğlu’nun yaklaşımı Avrasyacı düşünce ile örtüşmektedir. Fakat yine de Davutoğlu ve Panarin’in yaklaşımları örtüşüyor bu nedenle Davutoğlu Avrasyacı’dır ve bu yönlü bir dış politika anlayışına sahiptir demek için farklı söylemlerin de incelenmesi gerekiyor.

2. Söylem 

Bir önceki söylemin tek başına yeterli olmadığını varsayarak Davutoğlu’nun Avrasyacı düşünceye yakın olduğunu ortaya koyan başla faktörleri de tartışmak adına Davutoğlu’nun bir başka söylemine vurgu yapmak gerekiyor. Davutoğlu Türkiye’nin tek bir karaktere indirgenemeyecek birden fazla kimliğe sahip merkezi bir ülke olduğunu söylemektedir.[25] Bu nedenle Davutoğlu’na göre etki alanı açısından Türkiye bir Orta Doğu, Balkan, Kafkas, Orta Asya, Hazar, Akdeniz, Körfez ve Karadeniz ülkesidir.[26]

Bu bağlamda Türkiye ekonomik ve siyasal anlamda istikrarlı ve bölgede etkili bir uluslararası aktör olarak ön plana çıkma amacında ve aşamasındadır. Bu bilgi ışığında şu anki Hükümet bir yandan bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun kaplamış olduğu topraklarda kurulan ülkelere yönelik olarak siyasal, ekonomik ve kültürel politikalar geliştirmekte bir yandan da Çin’den Latin Amerika’ya kadar olan bölgedeki devletler ile ilişkiler geliştirmeye çalışmaktadır.

Bu minvaldeki amaçlar ve politikalar özellikle hem Batı hem de Doğu ile ilişkilerin geliştirilmesi bir nevi Avrasyacı vizyonun bir yansımasıdır. Ayrıca Ziya Öniş’in de vurguladığı şekilde AK Parti’nin 2005 sonrası Batı-merkezli bir politikadan Doğu-merkezli bir politika anlayışına geçişi bir anlamda ‘yumuşak Avrasyacılık’ olarak adlandırılabilir.[27] Öniş, yumuşak Avrasyacılık kavramını şöyle açıklamakta: “Türk dış politikasının eskiden olduğu gibi Avrupa Birliği’ne tam angaje olmaktan ziyade tüm bölge ülkeleri ile belirli düzeyde ilişki geliştirmek üzerine bina edilmesi.”[28] Ki bu tam anlamıyla son dönem Türk dış politikasındaki dönüşümü açıklamakta ve Davutoğlu’nun vizyonundaki Avrasyacılık etkisini ortaya koymaktadır.

3. Söylem 

Avrasyacı söylem içinde Rusya’nın coğrafi konumu çok önemli bir yer tutar. Davutoğlu’da bu anlamda Türkiye’nin konumuna ve benzersizliğine oldukça fazla vurgu yapmaktadır. Trubetskoy’a göre “Rusya’nın kapladığı bölge ayrı bir kıtadır. Bu kıta Avrupa’nın aksine Avrasya olarak adlandırılır. Bu anlamda Avrasya hem coğrafik hem de de antropolojik olarak bir bütünü temsil etmektedir.”[29] Ayrıca bu ayrı kıta coğrafik sınırları 1914’ün Rus İmparatorluğu’nun sınırlarıyla örtüşmekte olan kendi kendine yeterli bir coğrafik varlıktır.[30]

Temelde Türkiye coğrafik ve kültürel anlamda tek bir bölgeye endekslenerek tanımlanamasa bile Davutoğlu Türkiye’nin coğrafik önemini şöyle açıklamaktadır:

Türkiye’nin bulunduğu coğrafik konum diğer merkezi ülkelerin sahip olmadığı özellikleri Türkiye’ye katar. Örneğin Almanya bir merkezi ülkedir fakat Avrupa’da bir merkezi ülke olarak Asya ve Afrika’dan uzaktadır. İran, Asya’da bir merkezi ülkedir fakat Avrupa ve Afrika’dan uzaktadır. Kapsamlı bir bakış açısıyla görülecektir ki Türkiye hem Asya hem Avrupa ülkesidir aynı zamanda Doğu Akdeniz aracılığıyla Afrika’ya da çok yakındır. Böyle eşsiz özelliklere sahip olan bir ülke katiyen pasif bir dış politika izleyemez. Türkiye ne sadece iki noktayı birbirine bağlayan bir köprü, ne bir ileri uç ülkesi, ne de İslam dünyası ile Batı arasında bulunan sıradan bir ülkedir.[31]

Açıkça görülmektedir ki bu yaklaşım Türkiye’nin merkeziliğine vurgu yapmakta ve Avrasyacılığı Türkiye jeopolitiği üzerinden yorumlamaktadır. Bu düşünce yapısı içinde nasıl ki 1920 ve 1930’lardaki Klasik Avrasyacılar Rusya’ya bir misyon yüklemişlerse Davutoğlu’da Türkiye’yi Avrupa ve Asya’yı biraraya getiren bir birleştirici olarak görerek ona bir önemli bir misyon yüklemektedir. Bu misyon gereği de Davutoğlu Türkiye’nin aktif bir dış politika anlayışı benimsemesi gerektiğini düşünmektedir. Bu mantalite içinde Davutoğlu’nun bir dönem Hamas ve İsrail arasındaki ateşkesin sağlanmasında bizzat kendisinin müdahil olmasını ve Hamas’ı ateşkese ikna etmesini sahip olduğu vizyon ve Türkiye’nin sahip olmasını istediği misyonun bir parçası olarak görmek gerekmektedir. Davutoğlu’na göre Türkiye bölgede önemli bir rol oynamaya mahkumdur. Bu vizyon ve misyon Türk dış politikasında Davutoğlu döneminin proaktif bir dönem olarak adlandırılmasına yol açmıştır.

4. Söylem 

4 Şubat 2010’da yaptığı konuşmada Davutoğlu şöyle bir yaklaşım sunmaktadır:

“Avrasya çok kritik bir eşikten geçmektedir ve bu nedenle yeni bir vizyon bölgeyi değerlendirebilmek için olmazsa olmazdır. Bu anlamda ilk adım belirsizliklerin ortadan kaldırılması ve siyasi diyalogun arttırılması olmalıdır. İkinci olarak Avrasya uluslararası ekonomi politikalarının etkili olduğu, Avrupa Birliği, Çin ve Hint ekonomilerinin etkileşim içinde olduğu bir coğrafyadır. Ankara bu bölgede diyalogun geliştirilmesine çok önem vermektedir ki bu minvalde yüksek düzeyli Türk-Rus stratejik işbirliği konseyinin kurulması bunun bir göstergesidir. Biz bu gelişmelere rağmen bölgede daha fazla işbirliği daha fazla diyalog görmek istiyoruz. Hiçbir ülke izole olarak yaşamını sürdüremez. Eğer bir sorununuz olursa ister istemez diğer devletlerle etkileşim içinde olmak zorunda kalırsınız. Biz şu anda sürdürmekte olduğumuz komşularla sıfır problem vizyonunu Avrasya’ya yaymak istiyoruz. Aramızda engelleri ortadan kaldırmak zorundayız. İnsanlar serbest dolaşım hakkına sahip olmalı. Şu anda Türkiye ve Rusya, vatandaşları arasında vize uygulamasını kaldırma çalışmaları yapmakta. Bu bağlamda kendine güven, siyasi diyalog ve ekonomik etkileşim üzerine kurulu bir Avrasya yaklaşımı istiyoruz. Bu bölgenin kaderinin bizim kaderimiz ve tüm insanlığın kaderi olduğunu düşünüyoruz.”[32]

Davutoğlu’nun sergilemiş olduğu bu yaklaşım temelde Klasik Avrasyacıların Avrasya Birliği’ni kurmak adına önerdikleri görüşlerle örtüşmektedir. Avrasyacılığın kurucularına göre bu ideoloji/vizyon çökmekte olan Rus İmparatorluğu’nu kurtarmak için teorik yapıyı sunmaktaydı. Bu teori, Rusya İmparatorluğu’nun yıkılması durumunda tüm Avrasya’da yaşayanları bir çatı altında toplayacak bir Avrasya Devleti kurmayı önermekteydi. Bu Devlet, Rus unsurundan ziyade tüm Turan ırklarının (Avrasyacılara göre bunlar Fin-Ugor halkaları, Samoyedler, Moğollar ve Türkler – ki bunlar Osmanlı Türkleri, Tatarlar, Başkurtlar, Türkmenler, Kırgızlar, Yakutlar, Çuvaşlar’dan oluşmaktaydı)  karakteristik özelliklerini yansıtan eşsiz bir özelliğe sahip olacaktı. Bu bağlamda, Davutoğlu’nun vurguladığı gibi siyasal diyalogun, ekonomik karşılıklı bağımlılık ve kültürel etkileşimin artması birlik kurabilmek için temel ve ilk aşamayı oluşturur.

Bu birliğin açık ve net çağrısını Davutoğlu 5 Şubat 2010 tarihinde Sheraton Oteli’nde düzenlenen Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Türk-Avrasya İş Konseyleri toplantısında tam olarak şöyle yapmıştır:

“Avrasya’da barış ve refah egemen olmazsa dünyada da barış ve refahı egemen kılmak mümkün değildir. Bu coğrafya dünyaya barış ve refah aktarabilir. İstikrarsızlık durumunda ise Avrasya dünyaya savaş ve kaosu aktarabilir. Dünya barışı için Avrasya’daki ülkeler arasında diyalogun en üst seviyeye çıkarılması gerekmektedir…  Avrasya’da geçmişte İpekyolu’yla sağlanan ekonomik ve siyasi ilişkilerin bugün demiryolu, kara ve havayoluyla sağlanması gerekmektedir. Doğu ve Batı Avrasya’nın iki ucunun bu coğrafya üzerinden yeniden birbirlerine bağlanması gerekmektedir. Bakü-Tiflis-Kars demiryolu ile Orta Asya’nın Doğu Asya’ya bağlanması durumunda en kısa ölçekli Avrasya Birliğini sağlamak mümkün olacak. İslamabad’dan İstanbul’a kadar uzanacak tren yolu Bakü- Tiflis-Kars ile bir araya getirildiğinde doğu batı hattında çok geniş ulaşım imkanı doğacaktır.”[33]

Davutoğlu’nun Avrasya Birliği kurulması yönündeki bu çağrısı kendisinin sahip olduğu Avrasyacı vizyonun çok açık bir gösterimidir. Bu çağrı Türk dış politikasının dinamiklerinin değerlendirilmesi açısından da çok kritik bir öneme sahiptir. Bu çağrı üzerinden Davutoğlu’nun çok-kültürlü Avrasyacılık söylemine ne kadar yakın olduğunu hatta bu söylemi şekillendirdiğini söyleyebiliriz.[34] En nihayetinde Davutoğlu döneminde Avrasya’ya olan ilgi ve Avrasyacılık vizyonunun etkisi artmıştır denilebilir. Kendinden önceki etkili siyasetçilerle karşılaştırıldığında –Özal ve İsmail Cem- denilebilir ki Davutoğlu da Avrupa Birliği ve Batı dünyasına özel bir önem atfetmekte ısrar ederken bir yandan da Türkiye için Doğu dünyasının keşfedilmemiş fırsatlar sunmakta olduğunu ve bu nedenle çok daha büyük önem atfedilmesi gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca Davutoğlu’nun vizyonunda yer alan önemli bir diğer husus ise Türkiye’nin Avrasya’da önemli bir oyuncu olması durumunda Batı dünyası için ne kadar vazgeçilmez olacağıdır. Bu nedenle Türkiye’nin olmazsa olmazı Avrasya kıtasında barış ve refahın arttırılmasıdır. Fakat bölgede çok fazla demokratik olmayan az gelişmiş ülke bulunmasından dolayı bu projenin başarılı olup olmayacağını henüz bilmemekteyiz.

Sonuç

Bu makalede Davutoğlu’nun Avrasyacılığı Türkiye’nin sahip olduğu karakteristik özelliklerini, eşsiz jeopolitik pozisyonunu ve Avrasya ülkeleri ile olan tarihsel bağlarını kullanarak maksimum fayda sağlamak için yorumladığı ve benimsediği tartışılmaktadır. Davutoğlu’nun düşünce yapısı sadece Türkiye’nin Avrupa ve Asya’ya ait olması veya eksenin Batı’dan Doğu’ya kayması temelinde ele alınmamalıdır. Tersine bu düşünce yapısı daha çok küresel ve bölgesel ilişkiler ışığında orantılı olarak Türkiye’nin talep ettiği uluslararası statünün gerekçelendirilmesi olarak algılanmalıdır.

Yeni-Osmanlıcılık veya eksen kayması iddialarına rağmen bu makalede de görülmüştür ki Davutoğlu Avrasyacı vizyonun bakış açısına yakın bir vizyona sahiptir. Bu anlamda şunu söylemek çok mantık dışı olmaz: Davutoğlu Avrasyacı olmasa da Avrasyacılığa Yeni-Osmanlıcılığa olduğundan daha yakındır. Çünkü Davutoğlu’nun vizyonu yeni-Osmanlıcılık üzerinden yönlendirilebilecek bir dış politika anlayışının kendi kendini sınırlandırabileceğini bunun karşısında Avrasyacılık üzerinden şekillendirilen bir dış politika anlayışının daha evrensel ve daha kapsayıcı olabileceğini net olarak ortaya koymaktadır.


Kaynakça

  1. Aras, ‘Davutoglu Era in Turkish Foreign Policy’, SETA Policy Brief, No. 32, May 2009, http://file.setav.org/Files/Pdf/davutoglu-era-in-turkish-foreign-policy_32_bulent-aras.pdf.
  2. Davutoğlu, ‘Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007’ Insight Turkey, 10 (2008), 77-96 (s. 78).
  3. Davutoğlu, Keynote Speech, Turkey’s Foreign Policy in a Changing World: Old Alignments and New Neighbourhoods, International Conference, Oxford University, 30 April – 02 May 2010, s. 9.
  4. J. Halperin, ‘George Vernadsky, Eurasianism, the Mongols, and Russia’, Slavic Review, 41 (1982), 477-493, (s. 481).
  5. Laruelle, Russian Eurasianism: An Ideology of Empire, (Washington: Woodrow Wilson Centre Press, 2008) s. 58.
  6. F. Onar, ‘Neo Ottomanism, Historical Legacies and Turkish Foreign Policy’, EDAM Discussion Paper Series, (October 2009), http://209.200.80.89//doc/Discussion%20Paper%20Series_Fisher.pdf.
  7. Öniş ve S. Yılmaz, ‘Between Europeanization and Euro-Asianism: Foreign Policy Activism in Turkey during the AKP Era’, Turkish Studies, 10 (2009), 7-24 (s. 13).
  8. Rubin, ‘Shifting Sides? The Problems of Neo-Ottomanism’, National Review Online, August 10, 2004, http://www.meforum.org/628/shifting-sides
  9. V. Shlapentokh, ‘Russia’s Foreign Policy and Eurasianism’, 1995, www.eurasianet.org [Erişim tarihi, 03 January 2009].
  10. Taspinar, ‘Turkey’s Middle East Policies: Between Neo-Ottomanism and Kemalism, Carneige Paper, September 2008, http://www.carnegieendowment.org/files/cmec10_taspinar_final.pdf.
  11. P. Tsygankov, ‘Hard-Line Eurasianism and Russia’s Contending Geopolitical Perspectives’, East European Quarterly, 32 (1998), 315-334 (s. 331).
  12. Yasmann, ‘Red Religion: An Ideology of Neo-Messianic Russian Fundamentalism’, Demokratizatsiya, 1 (1993), 20-38, (s. 22)..
  13. W. Walker, “Introduction: The Sources of Turkish Grand Strategy – ‘Strategic Depth’ and ‘Zero-Problems’ in Context”, http://www2.lse.ac.uk/IDEAS/publications/reports/pdf/SR007/introduction.pdf, [Erişim tarihi 04/04/2012].
  14. Wiederkehr, ‘Forging a Concept: ‘Eurasia’ in Classical Eurasianism’, Annual Soyuz Symposium at Princeton University, (2007), s.1.

[1] Özgür Tüfekçi, İngiltere merkezli bir araştırma merkezi olan CESRAN International’ın kurucusu ve Genel Direktörü’dür, www.cesran.org.

[2] Türkiye perspektifinden Batı veya Batı dünyası II. Dünya Savaşı’na adar İngiltere ve Fransa olarak algılanmaktayken bu tarihten sonra daha çok Amerika Birleşik Devletleri olarak dikkate alınmaktadır.

[3] B. Aras, ‘Davutoglu Era in Turkish Foreign Policy’, SETA Policy Brief, No. 32, http://www.stratim.org.tr/files/downloads/reports/rapor_seta.pdf; A. Davutoglu, ‘Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007’, Insight Turkey, 10 (1), 77-96.

[4] N. F. Onar, ‘Neo Ottomanism, Historical Legacies and Turkish Foreign Policy’, EDAM Discussion Paper Series, (October 2009), http://209.200.80.89//doc/Discussion%20Paper%20Series_Fisher.pdf; O. Taspinar, ‘Turkey’s Middle East Policies: Between Neo-Ottomanism and Kemalism, Carneige Paper, September 2008, http://www.carnegieendowment.org/files/cmec10_taspinar_final.pdf; M. Rubin, ‘Shifting Sides? The Problems of Neo-Ottomanism’, National Review Online, Ağustos 10, 2004, http://www.meforum.org/628/shifting-sides.

[5] http://www.tradingeconomics.com/turkey/gdp-growth

[6] http://www.hazine.org.tr/en/index.php/turkish-economy/output-growth

[7] http://www.eurasianet.org/departments/insight/articles/eav080205a.shtml

[8] M. Laruelle, Russian Eurasianism: An Ideology of Empire, (Washington: Woodrow Wilson Centre Press, 2008) s. 26.

[9] D. V. Shlapentokh, ‘Russia’s Foreign Policy and Eurasianism’, 1995, www.eurasianet.org [Erişim tarihi, 03 January 2009].

[10] M. Laruelle, Russian Eurasianism… s. 58;

[11] Aktaran M. Laruelle, Russian Eurasianism…, s. 70.

[12] M. Laruelle, Russian Eurasianism…, s. 70.

[13] A. P. Tsygankov, ‘Hard-Line Eurasianism and Russia’s Contending Geopolitical Perspectives’, East European Quarterly, 32 (1998), 315-334 (s. 331).

[14] M. Laruelle, Russian Eurasianism…, s. 86.

[15] V. Yasmann, ‘Red Religion: An Ideology of Neo-Messianic Russian Fundamentalism’, Demokratizatsiya, 1 (1993), 20-38, (s. 22)..

[16] Aktaran M. Laruelle, Russian Eurasianism…, s. 73.

[17] Aktaran in M. Laruelle, Russian Eurasianism…, s. 97.

[18] M. Laruelle, Russian Eurasianism…, s. 103.

[19] Aktaran M. Laruelle, Russian Eurasianism…, s. 102-103.

[20] http://www.mfa.gov.tr/ahmet-davutoglu.en.mfa

[21] B. Aras, “Davutoğlu Era in Turkish Foreign Policy”, SETA Policy Brief, No. 32, May 2009; J. W. Walker, “Introduction: The Sources of Turkish Grand Strategy – ‘Strategic Depth’ and ‘Zero-Problems’ in Context”, http://www2.lse.ac.uk/IDEAS/publications/reports/pdf/SR007/introduction.pdf, [Erişim tarihi 04/04/2012].

[22] A. Davutoğlu, Keynote Speech, Turkey’s Foreign Policy in a Changing World: Old Alignments and New Neighbourhoods,  International Conference, Oxford University, 30 April – 02 May 2010, s. 9.

[23] http://www.haber7.com/haber/20091124/Ahmet-Davutoglu-Evet-yeni-Osmanliyiz.php

[24] http://www.haber7.com/haber/20091124/Ahmet-Davutoglu-Evet-yeni-Osmanliyiz.php

[25] A. Davutoğlu, ‘Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007’ Insight Turkey, 10 (2008), 77-96 (s. 78).

[26] A. Davutoğlu, ‘Turkey’s Foreign Policy Vision:…”, s. 79.

[27] Z. Öniş ve S. Yılmaz, ‘Between Europeanization and Euro-Asianism: Foreign Policy Activism in Turkey during the AKP Era’, Turkish Studies, 10 (2009), 7-24 (s. 13).

[28] Z. Öniş ve S. Yılmaz, ‘Between Europeanization and Euro-Asianism:…”, s. 13.

[29] Aktaran S. Wiederkehr, ‘Forging a Concept: ‘Eurasia’ in Classical Eurasianism’, Annual Soyuz Symposium at Princeton University, (2007), s.1.

[30] C. J. Halperin, ‘George Vernadsky, Eurasianism, the Mongols, and Russia’, Slavic Review, 41 (1982), 477-493, (s. 481).

[31] A. Davutoğlu, ‘Turkey’s Foreign Policy Vision:…”, s. 78.

[32] http://www.hurriyetdailynews.com/default.aspx?pageid=438&n=fm-calls-for-more-political-dialogue-in-eurasia-2010-02-04

[33] http://www.sabah.com.tr/Dunya/2010/02/05/avrasyaya_ab_modeli

[34] Avrasyacılık söylemleri ile detaylı bilgi için Özgür Tüfekçi’nin Eurasianism and Its Impact on Turkish Foreign Policy: Past, Present And Future adlı basılmamış Doktora Tezi incelenebilir.


To Download the full paper click here or here.


How to Cite:

TUFEKCI, O. (2014), “Türk Dış Politikasında Avrasyacılık Söylemi: Davutoğlu Ekolü”, Türkiye’nin Dış Politikası: Yeni Eğilimleri, Yeni Yönelimleri, Yeni Yaklaşımları, İdris Demir (Ed.), ss.203-219, Dora Yayıncılık, Bursa.